HA SİT THERE BE !
Başlığa sadık
kalarak, benim ana dilimin ana-avrat dili olduğunu düşünmeyin sakın. Meclise
gen soru verip germeyeceğim de…hele örtülü ödeneğe hiç değinmeyeceğim çünkü
bırakın örtülü ödeneği falan, meclisin- köşkün bile üstü örtülmüş, türban
giydirilmiştir.
Biraz tekno-lojinin insan ile ilişkisinden girip, hayata
dair biraz sayıklayacağım.
Biliyorsunuz
teknolojinin gelişip serpilmesiyle farklı türde meslek grupları adeta zehirli
mantar gibi türedi. Öylesine tehlikeli boyuta vardı ki, sonunda mantar’ı bile
kültürleştirme yoluna gittiler. Teknolojinin değiştirmediği hiçbir şey yok
neredeyse…sabah 6:30 kalkan, kaset yapabiliyor. Bu mesleğe giriş için erken
kalkmak, cüzdanı dolu tutmak birinci koşul. Sesin, sanatın olması önemli değil,
teknoloji var dedik ya!
Bu arada tekno-müzik,
teknolojinin başka bir türevi olsa gerek. Acayip bir toplum olduk. Hayatımıza
tren girdi, transeksüel ile tanıştık. Metro ile tanıştık, etraf metroseksüel den
geçilmiyor. Erkek gibi yürüyen kadınlar, kadınlar gibi kırıtan erkekler
vesaire..
Bir de lezbiyenler vardır ki, kelime kökeninin “leziz”
olduğunu düşünmüşümdür hep. Fakat düğünlerde kız-kıza dans edenleri, sokakta el
ele tutuşup gezenleri hesaba katmıyorum.
Yazılışı: standup
Okunuşu: sitendap
Türkçesi: ayağa kalk
Bir emir- komuta
zinciri gibi…şimdi bu sitend-hapçılar, siyah gözlük, siyah kıyafet olmadan sahneye
çıkmıyorlar biliyorsunuz. Sanırım renklerin için de “kara” yı komik renk olarak
algılıyorlar ki, bu renk vazgeçilmezleri oluyor. Aksesuar olarak ta mutlaka,
bir deri koltuk konur sahneye. Fakat o koltuğa oturmaz, arada bir şöyle
koltuğun kenarına ilişiverirler. Bu
manzara karşısında ayaküstü sayıklarsınız;
Bu nedir?
Sitandap
Yani?
Ayağa kalk!
Hah, şimdi oldu. Demek ki bu şov ayakta yapılır. Öyleyse bu
koltuk niye?
Bu komiklik midir yoksa en gülünç olma hali midir? Ne yani,
adam “sitdaam” diye bir şov yapmaya kalkışırsa, sahneye çekyat mı çıkarması
gerekecektir.
Teknoloji, ilişkileri
de değiştirdi. Değiştirdi demekle iyimser davranıyorum aslında, yozlaştırdı
demek en makulü… ilişkiye ışık hızıyla girip çıkabiliyorlar. Ben, bilinçaltıma
inip çıkana kadar, birkaç ilişkiye girip çıkabiliyorlar. İlişkiler fesfud gibi:
ye-iç, sömür, posasını çıkar ve çöplüğe at.
Mevzu duygusallık
olunca, adeta duygu ishaline tutulurlar. Paçalarından bile aşk dökülür.Çelişki-
ilişki içinde olanların değil yürek, dalak-böbrek yetmezliği çekmesi gerekiyor
bence fakat sanırım bu tiplerin metabolizması bile tuhaf çalışıyor. Kısacası
durum; önce ilişkiye girilir, çelişkiye düşülünce ilişkiden çıkılır. Bir müddet
beklenilir ve tabi ki bu arada ilişebileceği başka ilişkiler araştırılır ve
böylece sürüp gider.
Yani boyacı küpü gibi, sok çıkar!
Belki de diyeceksiniz
ki, “ne var bunda canım, gayet doğal.”
Haklı olabilirsiniz ve hatta gerekçe bile göstermenize gerek yoktur fakat ben
“doğallık” konusunda kuşkuluyum ve bu durumlarda çoğunlukla don’a kalıyorum.
Bir keresin de don’a kalmıştım, çözülmek için taaa ilkbaharı beklemek zorunda
kaldım.
Ayrıca doğal olan hiçbir şey kalmadı, her şey yapay ve
sentetik. (Balıkları saymazsak.)
şimdi diyeceksiniz ki bu bizim suçumuz değil, düzen bozuk. Bakın bu konuda
sizinle hemfikirim. Düzen kimin tarafından düzülmüş ise, fena düzülmüş.
Kafalar bozuk !
Düzen bozuk !
İlişkiler bozuk !
Ayran-süt bozuk !
Yol bozuk !
Evde musluk bozuk!
Mide bozuk !
Yanlış anlamayın, siyasiler bozukları düzeltmek için orada
değiller. Bütün gürültüleri; bozuk olmayanları nasıl bozarız içindir. Bozmasına
bozarlar da mesuliyet kabul etmezler. Hatırlayınız; Özal ne demişti: “ekmek
yoksa pasta yiyin”
Demirel altta kalır mı hiç; “memlekette benzin vardı da biz
mi içtik”
Yarışmaya ibo’da katılıyor ve: “Türkiye de oksford vardı da biz mi okumadık?”deyiveriyor.
Hatta Demirel bununla kalmadı, çiçeği burnunda Mesut
Yılmaz’a “hamsi kavağa çıkar mı hiç?” diye nafile bir soru sormuştu da,
yılmaz hükümeti düşmüştü.
Özal, kros kalemini
eline alır, ekranlara çıkar ve kalemini milletin gözüne soka soka “icraatın içinden”i anlatırdı. Neymiş
efendim;
“küçük Amerika
olacakmışız”
Özal hükümeti
düşünce, “küçük”ün “kü” sü de düşmüş oldu.
Kaldı mı geriye “çük”
Amerika!
Özal’ın devamıyız diyen Recep el Tayyip, şimdi bu “kü”sü düşmüş “çük”ün ucundan tutmuş, sekiz yıldır Abeye sokacağım diye
uğraşıyor.
Yahu girmez, almazlar yani!
Büyüğü varken, niye küçüğünü alsınlar ki? elin adamı
dangalak mı?
Yahu bu memlekette ABD nin oğlanı evren paşa, “netekim, teke tekim” diyerek darbe
yaptı da, imam-cami sayısı çoğaldı. Şimdi o imamlar kırsal köylerdeki okullarda
imam-öğretmenlik yapıyor.
Şaşırmayın!!!
Evet ne diyorduk?
Teknoloji…
Teknolojinin ilişkileri etkilememesi mümkün mü? İnternetin
yaşama geçirilmesinden sonra teknoloji öyle boyutlara ulaştı ki, herkes artık
siber zeka olarak takılıyor. Ben çocukluğumdan beridir, karşı komşumuz olan “zeki”yi adından ötürü hep
kıskanmışımdır. Bununla kalmayıp adı “zeki “olanları dikkatlice dinlemiş, sonra
da hayal kırıklığına uğramıştım. Aklım başıma devşirildikten sonra anladım ki,
bizim komşu Zeki, aslında zeki değil bir ön adı da varmış; yapay Zeki…
Mevzuyu fazla uzatmadan lafın kuyruğuna düğüm atarak
bağlıyorum. Eskiden devrim çocukları yetiştirilirdi bu memlekette… Şimdi ise bu
toprakların üzerin de devşirilmiş hormonlu hıyarlar yetişiyor.
İşte özal’ın “kü-çük” Amerika dediği Türkiye budur!
19 haziran 2010
Yorumlar